Değişim… Heyecan vericidir aslında; ama bir o kadar da ürkütücü bizler için.
Ve bu yaşamda kuraldır değişmek… Kaçınılmazdır.
Korksak da
ürksek de değişiriz biz.
Çünkü değişmeyen tek şey “değişimdir”.
Tabi ki her
süreçte olduğu gibi değişim de önce
farkındalık ister; kendisinden
ürkmek için de kendisini planlamak ve gelişimimize kapı aralamak için de.
Yani önce fark etmeliyiz; istesek de istemesek de hayat içinde değiştiğimizi. Hatta her şeyin değiştiğini…
Belki, işte o zaman kavrarız, değişimden değil; “değişimimizi planlamamaktan” ürkmemiz gerektiğini.
Çünkü, kendisine akıl bahşedilmiş bir eşrefi
mahlukat olarak; “kaçınılmaz
değişimi”, öncesinde, “fark edememek”, sonrasında ise “planlayamamak ve yönetememektir”
asıl korkulması gereken.
Amerikalı yazar Charles BUKOWSKI’nin de “Hayatta ya hayallerinin peşine düşersin ya da başına geleceklere razı olursun.” şeklinde
ifade ettiği gibi, gelişigüzel ve
değişimini planlamadan koca bir ömür tüketmektir bir insan için en ürkütücü
olan.
Yanlış mı? Tüm hayatını akışına yaşayan bir bitkiden bir hayvandan;
farklı olmalı insan…
Her anını, istirahatten, eğlenceye ve çalışmaya; planlayarak ve dolayısı ile fark ede fark
ede, hissede hissede yaşamalı insan…
Lakin, bir ömür yaşamış; ama toprağı, suyu, çiçeği, bulutu hatta sahip
olduğu güç ve zenginliği fark dahi edemeden, hissedemeden; göçüp gitmiş öyle
çok insan var ki bu dünyadan.
“Yitik hayatlar” diye
tanımlıyorum ben, bu farkındalıksız yaşamları
ve üzülüyorum, çok üzülüyorum kuşkusuz.
“Sahip olamadığımız”, belki de beş para etmez, “metalar” peşinde
elimizden kayıp giden bir yaşam…
Çevremizdekileri, ülkemizi hatta dünyayı değiştirme hevesi içinde tükenen
bir yaşam…
Oysa ki, hayata farkındalıkla bakabilsek, üzerinde düşünebilsek,
değişimi görebilsek ve kendi değişimimizi yönetebilsek; böylesine boş, kayıp
gider miydi hayat elimizden?
Dünyada, “değiştirebileceklerimizle”, “değiştiremeyeceklerimizi”
ayırt edebilseydik en önce; sonra da değiştirebileceklerimizi “değiştirmek için
mücadele etseydik”; değiştiremeyeceklerimizi ise “kabullenip bir selam çakıp
yolumuza devam edebilseydik”; çok daha anlamlı ve değerli olmaz mıydı yaşam?
Westminster Kilisesi’ne defnedilmiş papazın vasiyeti üzerine;
mezar taşı üzerinde de biz insanlara bu minvalde yani kendi değişimize
odaklanmakla ilgili yani önce kendi yaşamımızı yönetmekle ilgili bir öğüt yok
mu?
Bu papaz diyor ki Efendim, mezar taşından okuduğumuz ifadelerine
göre:
“Ben 20’li
yaşlardayken, dünyayı değiştirmek
isterdim. Senelerce mücadele ettim bu uğurda ve 30’lu yaşlara geldiğimde;
dünyayı değiştiremeyeceğimi fark ettim.
Sonra hedef küçülttüm ve ülkemi değiştirmeye karar verdim. Lakin
40’lı yaşlara gelince ülkemi de değiştiremeyeceğimi anladım.
Güncelledim hedefimi. Bu defa ailemi değiştirecektim. Ama 50’lere
geldiğimde ki şu an ölüm döşeğindeyim; ailemi de değiştiremediğimi görüyor ve
derin bir üzüntü duyuyorum.
Ve düşünüyorum da, ben galiba işe tersinden başlamışım.
Hayatımın en başında, yani 20’lerde… işe kendimi değiştirmekten
başlasaymışım; belki benden etkilenerek ailem de değişirdi. Ailemin de değişimi
ve desteği ile sonra belki ülkemi… kim bilir belki de sonra dünyayı
değiştirebilirdim.”
Ben de bu anlamlı yazıttaki ifadeler üzerine diyorum ki…
Önce hayatın “fakına” varalım.
Değiştiremeyeceklerimizin peşine değil; “değiştirebileceklerimizin”
peşine düşelim.
Sahip olamadıklarımızın arzusu peşi sıra yaşamımızı tüketmeyelim; “sahip
olduklarımızın huzuru ile” bize bahşedilen bu eşsiz hayatı yaşayalım.
Annemizi, babamızı, çocuğumuzu, eşimizi, kardeşimizi,
arkadaşımızı, birbirimizi değiştirme gibi ham hayaller peşinde yitip
gitmeyelim; “kendi değişimimizi yönetmeye ve dolayısı ile kendi gelişimimize”
odaklanalım.
Çünkü bil ki, “sen değişmedikçe”; hiçbir şey değişmez.
Sen değişirsen; kim bilir belki dünya da değişir. Gezegen olarak Dünya kesin
değişir mi, bilemem; ama yine emin ol ki…
Sen değişirsen (gelişirsen); “senin dünyan da” seninle birlikte kesin değişir.
Haydi durma. “Hemen şimdi değişime başla” ve bizzat “dene” istersen.
Sonra bana teşekkür etmesen de olur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder