Beyin, biz insanoğluna verilmiş ve
maalesef çoğumuzun bir ömür boyu varlığından bile haberdar olamadığı eşsiz bir hazinedir.
Kaldı ki beyin, hayata
hayat veren yegane organdır da aslında.
Doğrular da
yanlışlar da, iyiler de kötüler de “onunla” bilinir; tabi ki beyin “fark
edilir” ve sahibi tarafından “kullanılabilirse” eğer.
Özellikle alemi insanlıkta temayüz eden her yokluk ve
varlığın, her kaos ve sükunun, her harp ve sulhun tek amir ve mesulüdür beyin.
3 önemli
bölümden meydana gelen bu eşsiz organ; korteks
adı da verilen “üst beyin” kısmını kullanmayı başarabilen birey veya toplumları
ihya ederken; “orta ve alt beyin” kısımlarını özellikle de “sürüngen
beyinlerini” (alt beyinlerini) kullanan fert ve cemiyetleri ise rezil ve rüsva
etmiştir tarih boyunca.
“Beyinlerini” ve
“değerini” fark edenlerin belki de ilk öğrendikleri şeydir; üst beynin yaşamımızı
“mantık” ile, orta beynin “duygularımız” ile, sürüngen beynin ise “içgüdüler”
ve “saldırganlıklar” ile yönettiğini.
Ve yine belki
ilk öğrendiklerinden biridir, beynini fark edenlerin; sürüngen beynin her türlü şuculuk buculuk, particilik, cemaatçilik,
sağcılık, solculuk, Türkçülük, Kürtçülük, İslamcılık gibi yapmacık
mensubiyetlerle “üst beyne” karşı galip gelerek, fert ve toplumları tutsak ve
perişan ettiği hakikati.
Öyle ki beyne dair bu müthiş tespit, egemenliği gaye
edinmiş güç ya da milletlerce; diğerlerinin aleyhine kullanılmış ve sürüngen
beynin varlık nedeni “suni aidiyetler” ekilmiştir öteki ulusların bağrına.
Ekilmiştir ki bir koca ulus “sürüngen
beynin” izinde kavgalarla sürüm sürüm sürünsün diye.
Dün ve bugün, bu perspektifle baktığımızda bu topraklara; yapay
aidiyetlerimiz peşi sıra nasıl sürüklendiğimiz, nasıl ve ne büyük sıkıntılara
düçar olduğumuz bir tokat gibi çarpmaktadır suratımıza.
Bitmek tükenmek bilmeksizin bir biri ardına devam eden Alevi
Sünni, Türk Kürt, sağ sol, ülkücü komünist, cemaat parti kavgalarımız bize
dayatılan “sürüngen beynimizin” eseri değil midir sizce de?
Bu kirli oyunu dünya üzerinde kuranların “üst beyinlerini” ne
denli iyi kullandıklarını; bizim gibi milletlerin ise her defasında bu oyuna
gelerek “sürüngen beyinlerimize” ne derece tapındığımızı daha ne kadar
göremeyeceğiz?
Birlik olma, büyük düşünme, plan yapma, proje ortaya koyma gibi
alanlarda kullanmamız gereken enerjimizi; birbirimizi yemeye harcayarak
asırlardır sürüm sürüm süründüğümüzü; düşmanın maskarası olduğumuzu fark edemiyor
muyuz hala?
Bu bağlamda, Merhum
Necip Fazıl da:
“Yüzüstü çok süründün”; ayağa kalk
Sakarya, diyor bize hitaben şiirinde.
Sahi biz, milletçe ayağa kalkmak için, daha neyi bekleyeceğiz?
Lütfen söyler misiniz?
Yoksa, yılmadan usanmadan, hayatı ve her şeyi tüketmeye ve kavgaya devam mı?